Namık Alkan
İZMİR – Türkiye’de Ağustos enflasyonu TÜİK’e göre yıllık yüzde 58,94, ENAG’a göre ise yüzde 128, 05 olarak gerçekleşti. TÜİK verileri ile bile bakıldığında Zimbabve, Surinam, Suriye gibi ülkeleri göz ardı ettiğimizde enflasyonda dünya şampiyonuyuz.
Orta Vadeli Program’da yıl sonu enflasyon beklentisi %58’den %65’e yükseltilirken, 2024 sonu ve 2025 sonu resmi enflasyon beklentisi de sırasıyla %33 ve %15 olarak ilan edildi. Trinity College-Hartford-ABD İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Cömert ile OVP, enflasyon ve hükümetin enflasyon hedeflerini konuştuk.
‘ENFLASYONDA DÜNYA ŞAMPİYONUYUZ’
Türkiye’de Ağustos enflasyonu TÜİK’e göre yıllık yüzde 58,94, ENAG’a göre ise yüzde 128, 05 olarak gerçekleşti. Öncelikle açıklanan enflasyon verilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçi TÜİK verileri bile Türkiye`yi Zimbabve, Surinam, Suriye gibi bir takım ülkeleri göz ardı ettiğimizde dünya şampiyonu yapmaya yetiyor ama dediğiniz gibi, yıllık bazda ENAG’ın açıkladığı enflasyon TÜİK rakamlarının bile çok üzerinde. Bu epey bir zamandır böyle. Ancak aylık bazda baktığımızda Ağustos ayında ilginç bir gelişme yaşandığını not etmemiz gerekir. TÜİK’e göre enflasyon Ağustos ayında % 9,09 artarken ENAG’ın e-TÜFE’si % 8,59 arttı. Bu açıdan uzun zaman sonra ilk defa TÜİK rakamları ENAG enflasyonunun üstünde açıklandı. İstanbul Ticaret Odası’nın açıkladığı İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi’ndeki artış ise %8,88 oldu. Yıllık bazda baktığımızda ise (bir önceki yılın aynı ayından itibaren) bu oranlar sırasıyla %58,94 (TÜİK), %128,05 (ENAG), %74,17 (İTO). Görüldüğü üzere TÜİK’in yıllık enflasyon rakamları sadece ENAG rakamlarının değil aynı zamanda İTO’nun İstanbul için açıkladığı geçinme endeksi rakamlarının da çok altında.
Kapsamı ve metodolojik farklılıklardan ötürü bu üç enflasyon rakamlarını birbiriyle tam olarak karşılaştırmak mümkün değil. Ancak şu bir gerçek ki TÜİK enflasyon rakamları, ENAG ve İTO’nun açıkladığı rakamlardan kapsam ve metodoloji ile kolayca açıklanamayacak şekilde bir süredir ciddi oranda ayrıştı. TÜİK’ın enflasyonla ilgili bazı verileri 2022 yılı içinde açıklamayı bırakması ve büyüme serilerinde yaptığı tartışmalı revizyonlar da TÜİK verileri hakkında soru işaretlerini artırmıştır.
TÜİK’in Temmuz ayından itibaren açıkladığı aylık enflasyon oranları ise diğer kurumların enflasyon oranlarına yakınsamaya başladı. Üç kurum tarafından son iki aydır açıklanan aylık bazdaki enflasyon oranının birbirine görece yakın olması, yeni ekonomi yönetiminin güvenirlik sorununu çözmeye çalıştığı izlenimi veriyor. Öte yandan son 3-4 yıldır açıklanan enflasyon rakamları üzerindeki şüpheleri daha da artırıyor.
TÜİK verilerine göre, aylık bazda en çok fiyat artışları sırasıyla Ulaşım, Ev Eşyası, Gıda ve Alkolsüz İçecekler, Giyim ve Ayakkabı ve Sağlık kalemlerinde yaşandığını gösteriyor. Görünen o ki Mayıs ayından sonra yaşanan kur şoku ve vergi artışlarının etkilerini artarak görmeye devam ediyoruz. Ayrıca fiyatlama davranışlarını etkileyen beklentilerin bozulması ve buna paralel olarak bir takım sektörlerde karlılığı artırma saikleri bu sürece önemli ölçüde katkıda bulunuyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek enflasyon verilerine ilişkin sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Enflasyonla mücadelenin biraz zaman alacağını biliyoruz. Geçiş dönemindeyiz.(…) Sonuçta sabretmemize değecek” ifadelerini kullandı. Ne dersiniz, sabretmemize değecek mi?
Biliyorsunuz, Temmuz sonunda Merkez Bankası yıl sonu enflasyon hedefini %22’den % 58’e yükseltmişti. Orta Vadeli Program ise bu hedefi %65’e revize etti. Ancak TÜİK, geçen hafta açıkladığı enflasyon rakamlarına göre, bir önceki Aralık ayına göre enflasyonun % 43 olarak gerçekleştiğini iddia ediyor. Bu şu anlama geliyor ki politika yapıcılar, 2023’ün kalan son 4 ayında fiyatların yaklaşık %20 oranında daha artacağını bekliyor. Bu da sabit gelirlilerin, politika yapıcıların beklentilerine göre bile ellerindeki 100 liralık alım gücünün 20 liralık bir kayba uğrayacağı anlamına geliyor. Maalesef görünen o ki, zaten ağırlaşan koşullar dar ve orta gelir grupları için daha da kötüleşecek.
Ayrıca Orta Vadeli Programa göre 2024 sonu ve 2025 sonu resmi enflasyon beklentisi sırasıyla %33 ve %15. Yani enflasyonda kademeli bir azalış hedefleniyor. Bu hedeflerin gerçekleşmeme ihtimalini bir kenara koyup, bu hedeflerin tutturulacağını kabul etsek bile, bunun geniş kitleler için bir refah artışı anlamına gelip gelmeyeceği istihdamın, ücretlerin ve bölüşüm göstergelerinin ne şekilde ilerleyeceğine bağlı. Örneğin, eğer enflasyon Mart seçimleri sonunda ücretlerin baskılanması yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılırsa, maalesef geniş halk kesimleri için sabrın sonu selamet olmayacaktır.
‘EMEKÇİ KESİMLER İÇİN GELECEK AYLAR DAHA ZOR GEÇECEK’
Yüksek enflasyon, işçi, memur ve çalışanlar ile emeklilerin satın alma gücünü her geçen gün düşürüyor. Ücretlere yapılan zamlar kısa bir süre sonra etkisini kaybediyor. Türkiye ücret zamlarının satın alma gücüne etkisinin olmadığı bir dönemi yaşıyor. Değerlendirmeniz nedir, buraya nasıl geldik?
Yaşanan durum bu. Resmi rakamları doğru kabul edecek olursak, özellikle emekli kesimlerin alım gücünün enflasyon karşısında eridiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunun karşısında resmi enflasyon verileri asgari ücret ve memurların alım gücünün son zamlarla bir miktar iyileştiğini ya da alım gücünü koruduğunu ima ediyor. Ancak ENAG ve İTO rakamlarının daha gerçekçi bir enflasyon portresi çizdiği varsayımı altında, alım gücündeki erimenin tüm kesimler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Buna ek olarak, asgari ücretten bile faydalanamayan kayıt dışı çalışan geniş kesimleri düşündüğümüzde, durum daha vahim bir hal almaktadır.
TÜRK-İŞ’in açlık ve yoksulluk sınırlarıyla ilgili hesaplamaları da ücret artışlarının geniş emekçi kesimleri artan gıda ve temel ihtiyaç harcamalarına karşı koruyamadığını gösteriyor. Ağustos 2023’te TÜRK-İŞ’in açıkladığı dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli bir şekilde beslenmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması (açlık sınırı) 12, 198 TL iken, gıda ile birlikte diğer tüm harcamaları için gerekli toplam gelir miktarı (yoksulluk sınırı) 39,733 TL olmuştur. Oysa aynı dönemde asgari ücret 11,402 TL’dir. Asgari ücret ve altında ücret alan kesimin toplam istihdamın yarısından fazlası olduğunu hatırladığımızda emekçilerin çok büyük bir kısmının açlık sınırının altında ücretlere talim ettiğini görüyoruz. Aralık sonuna kadar yaşanacak fiyat artışlarının açlık ve yoksulluk sınırı için gerekli gelirleri yukarı doğru iteceğini ve asgari ücretlerde Ocak başına kadar bir değişim olmayacağını düşünürsek, geniş emekçi kesimler için gelecek ayların daha zor geçeceğini söylemek durumundayız.
‘EKONOMİ 2024 YILINDA CİDDİ ORANDA YAVAŞLAR’
Ekonomi yönetimi enflasyonun düşmesi için 2024 yılı ortalarını işaret ediliyor. Orta Vadeli Program bu kapsamda enflasyonu nasıl düşürmeyi planlamaktadır?
Daha önce belirtildiği gibi, Orta Vadeli Program (OVP) çerçevesinde enflasyonun kademeli olarak azaltılması öngörülüyor. Merkez Bankası’nın kendi ifadesine göre yumuşak bir geçiş planlanıyor. Bu, mutlaka kötü bir politika uygulanacağı anlamına gelmez. Enflasyonla mücadele sürecinin nasıl tasarlandığına, bu tasarımın muhtemel etkilerine ve gerçekçiliğine bakmak gerekir.
Çözüm yolu olarak önerilen reçete sıkı para politikası ve maliye politikasıdır. Sıkı para politikası, politika faizi dahil olmak üzere bir dizi para politikası aracını kullanarak kamu ve özel bankaların verdiği kredilerin faizlerini yükseltme ve kredi verme süreçlerini sıkılaştırma yoluyla firmaların ve tüketicilerin kullanabilecekleri kredileri sınırlamayı içerir. Sıkı maliye politikası ise vergileri artırma ve devlet harcamalarını mümkün olduğunca kısma anlamına gelir. Sonuç olarak, ekonomideki toplam talebin azaltılması yoluyla enflasyonun aşağı doğru hareket etmesi bekleniyor. Ayrıca, asgari ücret ve emekli maaşlarının hedeflenen enflasyona göre artırılması yoluyla ücretlerin de baskılanması denenecektir. Özellikle Hazine Bakanı Şimşek’in açıklamaları bu yönde. Kademeli geçiş vurgusunun arkasında yatan önemli bir neden, yaklaşan yerel seçimler gibi görünüyor. Mart seçimlerinden sonra bu politikaların tam anlamıyla uygulanmaya başlayacağını öngörebiliriz.
Öncelikle bu politikalar açıklanan program çerçevesinde hangi koşullar altında başarılı olabilir ve bu şekilde başarılı olursa sonuçları geniş kitleler için ne getirir?
Bahsedilen sıkı maliye ve para politikaları uygulanırsa ve başarılı olursa, ekonominin özellikle 2024 yılında ciddi oranda yavaşlaması beklenir. Ancak OVP, 2024 büyüme hedefini %4 olarak belirlemiştir. Bu oran, 2023 yıl sonu büyüme hedeflerine yakındır. Peki, bu programa göre %4’lük büyümeye enflasyon yaratmadan nasıl ulaşılabilir? Anlaşılan o ki iç talep yavaşlatılırken ihracata dayalı bir büyüme hedeflenmektedir. Kaldı ki açıklanan programda “iç ve dış talep dengesi gözetilerek yüksek katma değerli ihracat odaklı büyüme politikası izlenecektir” denilmektedir. İhracata dayalı büyümeye paralel olarak girdi maliyetlerini baskılayıcı politikalar ve özellikle belirli sektörlere yönelik seçici kredi politikaları da devreye koyulması amaçlanmaktadır.
Kısa vadede ülke ekonomisinin teknoloji ve üretim yapısının pek değişmeyeceği varsayımı altında ihracata dayalı büyüme politikasının iki temel ayağı var gibi görünüyor. Birincisi, göreceli olarak ucuz TL politikasının izlenmesi sonucunda yerli üretimin dünya pazarlarında rekabet gücünün artacağı beklentisidir. Bu nedenle program, 2024 yılı sonunda 1 doların 40 lira civarında olmasını ima etmektedir. İkincisi, ücretlerin beklenen enflasyona endekslenmesi sonucunda ihracat ürünlerinin birim maliyetlerinin azaltılması hedeflenmektedir. Bu açıdan açıklanan program, Yakın dönem Türkiye tarihinde pek örneği olmasa da net ihracatın büyümeye olumlu katkı yapabileceğini öngörmektedir. Başka bir deyişle, yurt dışına ihraç edilen mal ve hizmetlerden elde edilen gelirlerin, yurt dışından alınan mal ve hizmetlere yapılan ödemelerden fazla olacağı varsayılmaktadır. İşsizliğin 2024 ve 2025 yılları için %10 civarında öngörülmesi, bu sürecin istihdama çok fazla katkı sağlamayacağı yönündedir. %53 oranında olan işgücüne katılım oranı ve iş gücü istatistiklerinde göremediğimiz milyonları aşan (potansiyel olarak çalışabilecek ya da aktif olarak çalışan) göçmeni düşündüğümüzde işsizlik oranının ima ettiğinden daha vahim bir işgücü piyasasıyla karşı karşıya olduğumuz ortada. Sendikalaşma oranlarının düşüklüğü, sendikal faaliyetlere yönelik engeller ve mevcut sendikaların genel durumunu da bu resme eklememiz gerek. Böyle bir işgücü piyasası, ücretlerin baskılanması için ek bir kolaylık sağlayabilir.
Görüldüğü gibi, bu program öngörüldüğü şekliyle başarılı olsa dahi, maalesef geniş kesimler için ücretlerin baskılanması ve yüksek işsizlik öngörüyor.
Ücretler baskılanarak ve yüksek işsizliğe göz yumarak enflasyon gerçekten de kontrol altına alınabilir mi?
Bunun için her şeyden önce yaşanan yüksek enflasyonun tetikleyicilerine ve dinamiklerine bakmamız gerekir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yüksek enflasyon, çoğunlukla kur şokları ve kısmen enerji fiyatları ile emtia fiyatlarındaki önemli artışlar tarafından tetiklenir. Covid döneminde olduğu gibi tedarik zincirlerinde ani bir çöküş de enflasyonda ani ve bazen uzun süreli sıçramalara yol açabilir. Bu gelişmeler genellikle arz, yani üretim maliyetlerini ve koşullarını etkileyen gelişmelerdir. Kur şoku ithal edilen nihai tüketim mallarının fiyatlarını da etkilediğinden, tüketici fiyatlarına doğrudan katkı yapabilir. Son olarak, gelişmekte olan ülkelerin tüketici sepetlerinde gıda harcamaları, gelişmiş ülkelere göre daha büyük bir yer tuttuğundan, gıda fiyatlarındaki yurt içi ve dışı kaynaklı yukarı yönlü uzun soluklu hareketler, tüketici fiyatlarının önemli ölçüde artmasına neden olabilir.
Türkiye`de talep taraflı olmadığını mı söylüyorsunuz?
Yüksek enflasyonun Türkiye ve benzer ülkelerde hangi gelişmeler tarafından tetiklenip kalıcılaştığı uzun ve ayrı bir tartışma konusu olsa da, şunu söylemekle yetinelim: Genel olarak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin enflasyon sorunları, mal ve hizmetlere olan talebin aşırı artmasından kaynaklanmamaktadır. Tekrarlayan ve uzun soluklu kur ve diğer arz taraflı şokların ardından enflasyon belirli bir eşiği aşıp orada kalıcılaşmaya başladığında, fiyatlama mekanizmasının ve beklentilerin bozulması nedeniyle bu şoklar devam etmese bile enflasyon yüksek oranlardaki seyredebilir. Ayrıca talebin canlılığını koruduğu ortamda üreticiler karlılıklarını artırıcı şekilde fiyat artışlarına devam edebilirler. Ancak kapasite kullanım oranlarını zorlamayacak herhangi bir talep seviyesinin doğrudan enflasyona katkı yapmasını düşünmek özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki atıl kapasite ve atıl iş gücü oranları göz önüne alındığında mantıklı gözükmemektedir.
Peki, gelişmekte olan ülkeler için bahsettiğiniz mekanizmalar son yıllarda yaşadığımız enflasyonu açıklayabilir mi?
Son zamanlardaki ve genel olarak Türkiye tarihindeki yüksek enflasyon olguları, gelişmekte olan ülkelerin genel enflasyon dinamikleriyle önemli ölçüde açıklanabilir. Hatırlanacağı üzere 2018 yılı sonrasında yaşanan kur şoku, son yıllardaki yüksek enflasyonun birincil tetikleyicisi oldu. 2021 yılı sonunda yaşanan ikinci kur şoku ve Mayıs 2023 sonrası yaşanan son şok, benzer şekilde enflasyonun temel besleyicileri oldu. Buna ek olarak, 2020 yılı sonrasındaki emtia fiyatları ve petrol fiyatlarındaki artışlar, tedarik zincirlerinde yaşanan sorunlar ve gıda ürünleri fiyatlarındaki değişimler, son yıllarda Türk ekonomisinde yaşanan yüksek enflasyonu önemli ölçüde açıklamamıza yardımcı olur.
Az önce çizdiğimiz resimde Türkiye’yi diğer gelişmekte olan ülkelerden ayıran temel gelişme, 2018 yılı sonrası yaşanan ani kur hareketleridir. Kaldı ki Arjantin gibi yüksek enflasyon yaşayan benzer ülkeler de kur şoklarının kurbanı oldular. Elbette ki enflasyon belirli bir eşiği aşıp orada kalıcılaşmaya başladığında, fiyatlama mekanizmasının bozulması ve üreticilerin bir kısmının girdi fiyatlarındaki artışları çok aşan fiyat artışları yapması da enflasyona katkıda bulunur. Bu anlamda son zamanlarda satıcı enflasyonu diye tabir edilen karlılıkları besleyen fiyat artışlarını da enflasyonun kalıcılaşmasının nedenleri arasında saymak gerek.
‘ZORLU BİR SÜREÇ GENİŞ EMEKÇİ KESİMLERİ BEKLİYOR’
Yakın dönem enflasyon gelişmelerini böyle okuduğumuzda hükümetin OVP kapsamında ortaya koyduğu politikalar özellikle iç talebi yavaşlatarak ve ücretleri baskılama yoluyla enflasyonla gerçekçi ve etkin bir şekilde mücadele edip büyüme hedeflerine de ulaşılabilir mi?
Öncelikli olarak Program kapsamında ücretlerin baskılanmasının, geniş emekçi kesimleri için getireceği zorlukları bir yana bıraksak bile, ücret baskılamasının genel olarak enflasyonda ciddi bir düşüş sağlaması zor görünüyor. Merkez Bankası’nın Temmuz raporunda asgari ücret artışlarının tüketici fiyat artışlarına etkisinin zaman içinde artmış olsa da uzun vade de % 8 ile % 12 arasında olacağı tahmin edilmektedir. Bu şu demek oluyor ki 2024 yılında asgari ücrette % 50 artış yapmak yerine hedeflenen enflasyona paralel olarak % 30 artış yapılırsa, ücret fiyat geçişkenliğinin üst sınırının geçerli olduğu varsayımı altında dahi, enflasyonda olası aşağı yönlü hareket sadece % 2.4 olacaktır.
İkincil olarak Orta Vadeli Program’ın kur ve enflasyon beklentileri birbiriyle çok uyumlu değildir. Orta vadeli programın 2024 yılı sonu için öngördüğü TL’nin değer kaybı yaklaşık %40 civarındadır. Böyle bir ortamda, emtia, enerji ve gıda fiyatlarında çok olumlu gelişmeler olmadığı sürece %30’luk yüksek bir enflasyon hedefine ulaşmak zor görünmektedir. Bu bakımdan, programın kendi mantığına göre ihracata dayalı büyümeyi teşvik etmek için TL’nin hedeflenen enflasyondan daha fazla değer kaybetmesine ihtiyaç var. Ancak, diğer taraftan, kurun, enflasyonun temel tetikleyicisi olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bu gelişmenin enflasyon hedefine ulaşmayı zorlaştıracağı aşikar. TL’deki öngörülenin ötesindeki bir değer kaybı, enflasyonun kontrol dışına çıkmasına neden olabilir.
İma edilen döviz kuruna yakın bir değere ulaşılması sadeleştirme süreci sürerken ancak ciddi finansal girişler gerçekleşirse mümkün olabilir. 2001 sonrasında büyük miktarda finansal girişler sonucu TL’yi görece değerli kılan bir tür zimni kur çapasının varlığı enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesine yardımcı olmuştu. Aynı dönemde sermaye girişleri büyümenin de motoru olmuştur. Bu bağlamda kestirmeden söyleyecek olursak, mevcut haliyle OVP programının hem enflasyon hem de büyüme hedeflerine ulaşmasının ön koşulu, yeni politika yapıcılarının dört gözle beklediği yabancı sermaye girişleridir. Bakan Şimşek ve ekibinin Mayıs ayından beri verdiği mesajlara ve yaptığı görüşmelere baktığımızda, vurgunun yabancı sermaye girişinde olduğunu gözlemliyoruz. Bir başka deyişle tam olarak dillendirilmese bile OVP’nin asıl işlevinin yabancı sermayeye güven verme çabası olduğunu söyleyebiliriz. Yabancı sermaye girişlerine dayalı büyüme döngülerinin sonuçlarını da gelişmekte olan ülkeler defalarca yaşadılar. Bu sefer sonuçların farklı olması için pek bir sebep yok.
Üçüncü olarak OVP”nin ihracata dayalı büyümesinin gerçekleşmesinin ön koşullarından birisi ticaret ortaklarımızın ekonomilerinin büyümesidir. Ancak en büyük ihracat kapımız olan Avrupa ekonomilerinin ne yöne doğru gideceği çok belirsiz. Kaldı ki son açıklanan Temmuz ticaret verileri de ihracat performansımıza dair iyi sinyaller vermemektedir. Yeni açıklanan verilere göre Temmuz ayı içindeki dış ticaret açığı (ticareti yapılabilir mallar için) 12 milyar dolara ulaşırken, Ocak-Temmuz 2023 döneminde bu kalemdeki açık 73 milyar dolar gibi rekor bir seviyeye ulaştı.
Bu konularda daha çok şeyler söylenebilir. Ancak özetle önümüz kış ve zorlu bir süreç geniş emekçi kesimleri bekliyor. Enflasyonun kontrol altına alınması hiç kolay bir süreç olmayacak gibi. Kontrol altına alınsa bile bunun geniş halk kesimleri için otomatik olarak refah artışı anlamına da gelmeyeceğinin farkında olmak gerek.